2024 yılı çelik sektörünü hem global anlamda hem de Türkiye açısından değerlendiren ve çelik piyasaları hakkındaki görüşlerini dergimizle paylaşan Kocaer Çelik Genel Müdürü Sayın Mehmet Çakmur ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz.
“Yılın ilk 10 ayında ham çelik üretimi %12,4 artışla 30,9 milyon tona ulaştı ve ilk 10 üretici ülke arasında 8. sıradaki yerimizi koruduk”
Türk Çelik sektörü açısından 2024 yılı nasıl geçti? Arz-talep ve fiyatlar nasıl bir yol izledi?
2022 yılının ikinci yarısında başlayan ve 2024'te de etkisini sürdüren olumsuz küresel eğilimler, çelik sektörü için zorlu bir dönem yaratmaya devam ediyor. Küresel imalat sektöründeki zayıflama, hane halkı satın alma gücünün gerilemesi, agresif parasal sıkılaştırma önlemleri ve artan jeopolitik belirsizlikler gibi sorunlar; 2024 yılında çelik talebini baskı altında tuttu. Özellikle Çin gibi büyük ekonomilerde düşük büyüme ve üretim sektörlerindeki kalıcı durgunluk, çelik talebinde önemli düşüşlere neden oldu. Ancak Asya'da Hindistan’ın güçlü ekonomik büyüme ivmesiyle olumlu bir istisna olarak dikkat çektiğini görüyoruz.
Ülkemizin en büyük ticari partneri olan Avrupa Birliği'nde ise Ukrayna'daki savaşın ağır etkileri, imalat sektöründeki kötüleşen görünüm, enerji fiyatlarındaki belirsizlikler ve yüksek enflasyon gibi unsurlar çelik tüketimini olumsuz etkiledi. Çelik kullanan sektörlerden, özellikle inşaat ve otomotivden gelen talep azaldığı için AB genelindeki tüketim hacimleri düşük seyretti.
Türkiye’de küresel gelişmelerden ve bölgesel dinamiklerden yoğun şekilde etkilendi. Son iki yılda artan enerji ve işçilik maliyetleri, çelik fiyatlarındaki düşüş, korumacı politikaların yaygınlaşması ve Çin’in ihracata odaklanması, sektörümüzdeki şirketlerin hem yurtiçinde hem yurtdışında rekabet gücünü zorladı.
2024’te, bir önceki yılın deprem etkisiyle oluşan düşük baz nedeniyle, üretim ve tüketimde artış kaydettik. Yılın ilk 10 ayında ham çelik üretimi %12,4 artışla 30,9 milyon tona ulaştı ve ilk 10 üretici ülke arasında 8. sıradaki yerimizi koruduk. Aslında üretim artışı bakımından da lider konumdayız. Ancak bu artışa rağmen, küresel çelik fiyatlarındaki düşüş, talepteki daralma ve yüksek Türk Lirası maliyetleri, sektör şirketlerini ciddi anlamda zorladı. Pek çok şirket, hedeflediği finansal sonuçlara ulaşmakta güçlük çekti.
Bu tablo, sektörün dinamizmini ve esnekliğini yeniden değerlendirme gerekliliğini ortaya koyarken, özellikle yüksek katma değerli ürünlere odaklanmanın ve maliyet yapısını optimize etmenin önemini bir kez daha gösteriyor.
“Küresel çelik fiyatlarındaki düşüş, talepteki daralma ve yüksek Türk Lirası maliyetleri, sektörü ciddi anlamda zorladı”
Artan üretim maliyetlerine rağmen döviz kurunun düşük kalması ve çelik talebinin düşmeye devam etmesi şirketlere ve çelik sektörüne nasıl yansıyor?
Sektör, ekonomideki makroekonomik dalgalanmalara oldukça duyarlı bir yapıya sahip. Özellikle döviz kurunun düşük seyretmesi, artan üretim maliyetleri ve çelik talebindeki düşüş, karşılaştığımız en büyük zorluklar… Ek olarak döviz kurunun düşük kalması, ihracat yapan şirketler için çok ciddi bir sorun. Türkiye’nin çelik sektörü büyük ölçüde ihracata dayalı bir yapıya sahip olduğu için, düşük kur nedeniyle yurtdışı pazarlarda fiyat avantajımız azalıyor. Bu durum, özellikle rekabetin yoğun olduğu bölgelerde Türk çeliğinin tercih edilmesini zorlaştırıyor. Aynı zamanda döviz cinsinden elde edilen ihracat gelirlerinin TL karşılığının azalması, şirketlerin operasyonel giderlerini karşılamasını ve yeni yatırımlara kaynak ayırmasını da güçleştiriyor.
Artan üretim maliyetleri de sektörü zorlayan önemli bir faktör. İşçilik ve enerji maliyetlerindeki artış, hammadde fiyatlarının yükselmesi ve lojistik giderleri, çelik üretiminin toplam maliyetini ciddi şekilde artırıyor ve bu maliyet artışlarını fiyatlara yansıtmak oldukça zor. Bu durum, fiyat rekabetini daha da sertleştirirken, kârlılık oranlarını baskılıyor.
Tüm bu zorlukların yanında önümüzde önemli fırsatlar da var. Özellikle katma değerli ürünlere yönelmek, bu süreçte öne çıkan en etkili stratejilerden biri. Türk çelik sektörü, müşteri odaklı çözümler geliştirmeye ve ileri teknolojiye dayalı ürünlere yatırım yaparak rekabette avantaj sağlayabilir. Bunun yanı sıra, enerji verimliliğini artıran üretim yöntemlerine geçiş yapmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmak, maliyetleri düşürme noktasında önemli katkılar sağlayabilir.
Sonuç olarak, sektörün bu zorlu dönemi aşabilmesi için uzun vadeli ve stratejik bir yaklaşıma ihtiyaç var. Katma değerli ürünlere odaklanmak, iç pazarda çeşitliliği artırmak ve enerji verimliliği sağlamak gibi adımlar, şirketlerimizin bu dönemde ayakta kalmasını kolaylaştırabilir. Döviz kuru riskine karşı ise finansal enstrümanlardan faydalanmak, dikkatle değerlendirilecek bir çözüm yolu olarak öne çıkıyor. Bu süreçte hem kamu politikalarının hem de sektör oyuncularının esneklik ve uyum yeteneklerinin kritik bir rol oynayacağına inanıyoruz.
Karbonsuzlaşma konusunda yapılan / yapılması gereken yatırımlar çelik sektörüne nasıl yansıyor? Bu konudaki düşünceleriniz neler?
Tekrar altını çizmemiz gerekirse, karbonsuzlaşma çelik sektörü için bir seçenek değil, bir zorunluluk haline geldi. Ülkemizin dünya çelik üretimindeki güçlü konumunu koruması ve geliştirmesi için, karbonsuzlaştırma koşullarının sağlanmasına bağlı. Küresel karbon emisyonlarının yaklaşık %7-9’unu oluşturan bu sektör için, atılacak her adımın büyük bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Bu süreçte, sektör oyuncuları hem önemli fırsatlarla hem de ciddi zorluklarla karşılaşıyor. Öncelikle, karbonsuzlaşma hedefleri çelik sektöründe teknolojik bir dönüşümü kaçınılmaz kılıyor. Yeşil hidrojen, elektrikli ark ocakları ve karbon yakalama gibi ileri teknolojilerin devreye alınması, üretim süreçlerinde devrim niteliğinde bir değişim anlamına geliyor. Ancak bu teknolojilerin ilk yatırım maliyetlerinin yüksek olduğunu da göz ardı etmemek gerekir.
Finansman konusuna geldiğimizde ise bu yük yalnızca şirketlerin omuzlarında değil. Devlet teşvikleri, uluslararası fonlar ve karbon piyasaları; şirketlere bu süreçte büyük destek sağlıyor. Özellikle Avrupa Birliği’nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), Türk çelik sektörünü düşük karbonlu üretime geçmeye zorluyor. SKDM’nin 2026’da tam anlamıyla devreye girmesiyle birlikte, ihracat pazarlarını koruyabilmek için düşük karbonlu çelik üretimi yapmak bir gereklilik olacak.
Karbonsuzlaşmanın zorluklarının yanı sıra önemli fırsatlar sunduğunu da unutmamak gerekiyor. Düşük karbonlu ürünlere olan talebin hızla artması, bu alanda öncü olan şirketler için büyük avantajlar yaratıyor. Tahminler, dünya çelik talebinin yaklaşık %20’sinin önümüzdeki yıllarda düşük karbonlu ürünlere kayacağını gösteriyor. Bu da çevresel sürdürülebilirliğe yatırım yapan şirketlere hem pazar paylarını artırma hem de markalarını güçlendirme fırsatı sunuyor. Bu dönüşümün yalnızca çevresel değil, aynı zamanda sosyal bir boyutu da var. Karbonsuzlaşma, şirketlerin çevresel sorumluluklarını yerine getirmelerini sağlarken, aynı zamanda sürdürülebilirlik konusundaki duruşlarını da güçlendiriyor. Bizim de üyesi olduğumuz ResponsibleSteel, SBTI, TCFD-TNFD ve UN Global Compact gibi programlar, şirketlerin uluslararası arenada daha görünür olmasını sağlıyor. Bu tür girişimlere katılım sektörde önemli bir tercih sebebi haline geldiğini söyleyebiliriz. Özetle, karbonsuzlaşma yatırımları başlangıçta maliyetli görünse de uzun vadede kaçınılmaz ve oldukça değerli. Türk çelik sektörünün bu dönüşüm sürecinde AR-GE yatırımlarını artırması, enerji verimliliğini sağlaması ve uluslararası iş birlikleriyle yeşil finansman kaynaklarına erişim sağlaması, sektörü hem daha sürdürülebilir hem de daha rekabetçi bir geleceğe taşıyacaktır.
“Küresel çelik sektörü, 2025-2026 döneminde karmaşık ama bir o kadar da fırsatlarla dolu bir tabloyla karşı karşıya”
2025 yılında hurda, cevher ve çelik fiyatları nasıl bir yol izleyecek? 2025 için öngörüleriniz neler?
Parasal sıkılaştırma, artan maliyetler ve jeopolitik belirsizliklerin yarattığı süregelen zorluklara rağmen, 2025 yılında küresel çelik talebinin geniş tabanlı ve ılımlı bir büyüme aşamasına gireceğine dair temkinli bir iyimserlik söz konusu. Bu süreçte, hammadde fiyatları ve ticaret politikaları gibi dışsal faktörler de sektörün geleceğini şekillendirmede kritik bir rol oynayacak.
2025-2026 dönemine ilişkin çelik talebi görünümü ise umut verici sinyaller taşıyor. Özellikle Çin'in emlak sektöründe istikrara yönelik adımları, Avrupa Birliği'nde uzun süredir beklenen talep artışı, Hindistan'ın güçlü büyüme performansı ve ABD ile Japonya'daki ılımlı toparlanmalar bu görünümde etkili oluyor. Bununla birlikte, faiz oranlarının özel tüketim ve iş yatırımlarını teşvik etmedeki rolü ve büyük ekonomilerde karbonsuzlaşma ile dijital dönüşüme yönelik altyapı harcamalarının seyrini de dikkatle takip edeceğiz. Mevcut zorluklara rağmen, küresel ekonominin dayanıklılığı ve ertelenmiş talebin devreye girmesinin, 2025’te toparlanma için önemli bir zemin hazırladığına inanıyoruz. Finansman koşullarındaki gevşeme, Euro Bölgesi gibi büyük ekonomilerde görülen reel gelir artışları ve Japonya'da özel tüketim ve yatırımlardaki iyileşme beklentisi de bu toparlanmayı destekleyen diğer faktörler arasında. Öte yandan, ABD Başkanı Trump'ın demir-çelik sektörüne yönelik politikaları küresel piyasalarda önemli bir etki yaratmaya devam edecek gibi görünüyor. Görevdeki son döneminde çelik ithalatına %25'lik “Bölüm 232” tarifelerini uygulamaya koyan Trump, ikinci döneminde de yerli üretimi artırmaya odaklanarak ticareti daha fazla koruma altına almayı hedefliyor. Bu "Önce Amerika" yaklaşımı, uzun vadede ABD'deki çelik üretimini artırma potansiyeline sahip olsa da ihracat yapan ülkeler için önemli zorluklar yaratabilir. Amerika'da yerel fiyatların yukarı yönlü bir ivme kazanması beklenirken, bu durumun ihracat üzerindeki baskıyı artırabileceğini de unutmamak gerekiyor.
Sonuç olarak, küresel çelik sektörü 2025-2026 döneminde karmaşık ama bir o kadar da fırsatlarla dolu bir tabloyla karşı karşıya. Bu süreçte, ekonomik ve politik dinamiklerin sektör üzerindeki etkilerini dikkatle izlemek büyük önem taşıyor.
Son olarak çelik sektörüne dair görüşleriniz ve eklemek istedikleriniz varsa belirtiniz…
Çelik sektörü, küresel ekonominin belkemiğini oluşturan temel endüstrilerden biridir ve karşılaştığı zorluklara rağmen güçlü adaptasyon kabiliyetiyle geleceğe umutla bakmamızı sağlamaktadır. Dünya Çelik Birliği'nin 2023 verilerine göre, çeliğin yıllık tüketimi 1,8 milyar ton olarak gerçekleşmiştir.
2024 yılının Ocak-Ekim döneminde ise küresel ham çelik üretimi %1,6 düşüşle 1 milyar 546,6 milyon ton seviyesine inmiştir. Ancak bu geçici düşüşe rağmen, özellikle yenilenebilir enerji ve altyapı projeleri gibi stratejik alanlarda çeliğe olan talebin önümüzdeki yıllarda artış göstermesi beklenmektedir.
Sektör, sürdürülebilirlik, dijitalleşme ve katma değerli üretim alanlarında dönüşüm süreçlerini hızlandırmaktadır. Karbonsuz üretim teknolojilerine yapılan yatırımlar, sektörün hem çevresel hem de ekonomik sürdürülebilirliğini sağlamak açısından kritik bir rol oynamaktadır. Özellikle Türk çelik sektörü, düşük karbonlu ürünlere yönelerek ve inovasyon odaklı stratejiler benimseyerek dünya pazarında rekabet gücünü artırma potansiyeline sahiptir.
Çelik endüstrisi, döngüsel ekonomiye yaptığı katkılarla büyük bir değer yaratıyor. %100 geri dönüştürülebilir bir malzeme olan çelik, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmada kilit bir role sahip. Bu nedenle, Türk çelik sektörünün çevresel, ekonomik ve sosyal sorumlulukları bir arada ele alarak hareket etmesi, gelecekte daha sağlam ve sürdürülebilir bir temel oluşturacaktır.
Sonuç olarak, çelik sektörünün dinamik yapısı ve yenilikçi yaklaşımı, karşılaşılan zorlukları fırsata çevirme gücünü ortaya koymaktadır. Tüm bu çabalar, Türk çelik sektörünü sadece yerel pazarda değil, küresel ölçekte de lider bir konuma taşımak için önemli bir zemin hazırlamaktadır. Bu dönüşüm sürecinde dayanıklılık, inovasyon ve sürdürülebilirlik, sektörün başarısını şekillendiren en önemli faktörler olmaya devam edecek.
“Türk çelik sektörünün dinamik yapısı ve yenilikçi yaklaşımı, karşılaşılan zorlukları fırsata çevirme gücünü ortaya koymaktadır”
İçerikler SteelTürk Dergisi tarafından özel olarak hazırlanmış olup, içerikler alıntılanamaz, değiştirilerek dahi kullanılamaz.