Türk çelik sektörüne gönül ve emek veren Sayın Asuman Gürsoy, 2024 yılı çelik sektörünü bizler için değerlendirirken; 2025 yılı öngörülerini ve sektördeyaşanan gelişmeleri de bizlerle paylaştı. SteelTürk Dergisi olarak sektöre ışık tutan görüşleri için Sayın Asuman Gürsoy’a teşekkür ediyor, röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz.
Türk Çelik Sektörü açısından 2024 yılı nasıl geçti? Arz -talep ve fiyatlar nasıl bir yol izledi?
Takdir edersiniz ki; 2024 yılı dünya ekonomisinin potansiyelinin altında büyüdüğü, dünya ticaretinde büyümenin durağanlaştığı bir yıl oldu. Pandemi, doğal afetler, Rusya –Ukrayna savaşı, İsrail-Filistin savaşı, yüksek enflasyon, sıkı para politikaları, küresel ayrışma, ticarette korumacılık, teknoloji savaşları, jeopolitik riskler gibi nedenlerle…
Bir başka deyiş ile belirsizliklerin hakim olduğu ve bu nedenle yatırımların ertelendiği veya başka yerlere kaydırıldığı, yükselen enerji, hammadde, lojistik ve işçilik fiyatları nedeni ile artan üretim maliyetlerinin kar marjlarını azalttığı, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanan talep düşüklüğünün de körüklediği büyüme zayıflıklarınla karşı karşıya kalındığı bir yıl olarak hafızalara kazındı 2024.
Ayrıca sektörümüzün en büyük risklerinden biri olarak değerlendirilen kapasite fazlalığı, yukarıda sıralamaya çalıştığım nedenlerle aynı oranda artış gösteremeyen talep yüzünden her geçen gün üreticiler üzerindeki baskıyı arttırmaya devam etti.
Düşen talep ve belirsizlik ortamı doğal olarak fiyat baskısı yaratmayı sürdürdü. Gözlenen odur ki; üretiminde demir çelik kullanılan nihai ürüne gelen zamlar ne yazık ki demir çelik üreticisinin ürünlerine aynı oranda yansıyamadı.
"2024 yılı dünya ekonomisinin potansiyelinin altında büyüdüğü, dünya ticaretinde büyümenin durağanlaştığı bir yıl oldu”
Globalleşen dünyada nerede ise bölgeselleşmeye dönen bir süreç yaşanmakta. Özellikle korunma önlemlerinin neden olduğu bu süreç üreticileri belirli bölgelere sıkışmak zorunda bıraktı. Bağlı olarak tabii ki navlun fiyatları ve lojistik süreçler de tercihleri etkileyen bir başka önemli neden olmaya devam etti. Ancak bu sürecin son derece iyi yönetmek zorunda olduğumuzu ve globalleşmeden kopmamız için bu kritik süreçte gereken tedbirleri almamız gerektiğini de aklımızdan hiç çıkarmamamız gerektiği inancındayım.
Öte yandan sürdürülebilirlik adına, SKDM ile ilgili yapılması zorunlu olan revizyonlar, temiz enerji yatırımları, dijital dönüşümler vs. gibi harcamalar da finansmana erişimin oldukça zorlaştığı günümüz şartlarında sektör mensuplarını zorlayan başkaca etkenler olarak varlığını hissettirmeyi sürdürdü.
“Çin ve Hindistan’ın varlığı yerli üreticilerimizin üzerindeki fiyat baskısını arttırıyor”
Ancak her fırsatta dile getirmeye çalıştığım gibi demir çelik sektörü; şartlar ne olur ise olsun, entegrasyonunuzu sağlayacak, üretim maliyetlerinizi düşürecek, ürünlerinizi çeşitlendirecek, dağıtım kanallarınızı genişletecek, ürününüzün katma değerini arttıracak ve de hepsinden önemlisi de çalışanlarınızın dijital okur yazarlığını arttıracak yatırımları yapmak zorunda olduğunuz bir sektördür.
Tabii ki talebin düşmesi, dünyadaki çelik üretiminin yarısından fazlasını tek başına gerçekleştiren Çin’in varlığı, Hindistan’ın artan ve çeşitlenen üretim kapasiteleri yerli üreticilerimiz üzerindeki fiyat baskısını giderek daha fazla hissettirdiği gibi, zaten korunma önlemleri ile kısıtlanan ihracat pazarlarımızı da bir bir kaybetmemize neden olmaya başladı.
Ayrıca 2024’te en büyük ticari partnerimiz ve en büyük ihracat pazarımız olan AB’de yaşanmaya devam eden ekonomik sıkıntılar, enerji krizleri, siyasi krizler en güçlü üye ülkelerini dahi zora sokarak, tüketimin azalmasına, talebin düşmesine, istihdam kayıplarının yaşanmasına sebebiyet verdi ve doğal olarak bizimle olan ticaretlerini de olumsuz etkilemeye devam etti.
“Tüm üreticilerimizin azalan kar marjlarına rağmen çarkların dönmesi için azami gayret içinde olduklarını gözlemliyoruz”
Artan üretim maliyetlerine rağmen döviz kurunun düşük kalması ve çelik talebinin düşmeye devam etmesi şirketlere ve çelik sektörüne nasıl yansıyor?
Biliyorsunuz; çelik üretiminde ne yazık ki hammadde, ara ürün ve enerji temininde dışa bağımlıyız. Bu açıdan baktığınızda kurun yükselmesi maliyetlerin artması bakımından bir dezavantaj. Katma değerli nihai ürün ihracatı, ithalatından daha fazla olan üreticilerde kurun yükselişinin olumsuz etkisi daha az hissediyor olsa da kurun düşük kalması yaratılan ve içerde bırakılan katma değerin düşük kurdan fiyatlanmasına neden olmakta ve tüm ihracatçı sektörleri doğal olarak olumsuz etkilemeye devam etmektedir.
İlaveten artan üretim maliyetlerinin yarattığı tahribata bir de azalan talep nedeniyle düşük kapasite ile ya da dur kalklarla, yani verimsiz çalışmanın maliyeti eklenir ise durum daha da ciddi bir hal alıyor tabii ki.
Tüm üreticilerimizin azalan kar marjlarına rağmen çarkların dönmesi için azami gayret içinde olduklarını gözlemliyoruz. Finansmana erişimin zor ve pahalı olması hem üretenin ve hem de tüketenin yolunu kesiyor doğal olarak.
Bu sürece öz sermayesi güçlü olan sanayicilerimiz daha uzun soluklu dayanabilirler belki. Ancak inanın nakit akışlarında tıkanıklıklar başlayan üreticiler, yan sanayiciler istemeyerek de olsa küçülmeye, istihdamda azalmaya gitmek zorunda kalabilirler. Bu muhtemel gelişmeler tabii ki hiç arzu edilmeyen durumların yaşanmasına ve sosyal huzursuzluklara sebebiyet verebilir.
İç piyasada sıkışıp kalmamak ve ihracata rekabetçi fiyatlar verebilecek destekleri sağlamak üzere gerekli düzenlemeler yapılmalı, baskı altında tutulan kurun yarın daha büyük sıkıntılara sebebiyet vermemesi sağlanmalıdır. Tabii ki buradaki hassas nokta kurun yükselişinin neden olacağı enflasyon riskini de engelleyebilecek, dengeyi sağlayabilecek çözümlerin bulunabilmesidir.
“Karbonsuzlaşma fırsatları ve tehditleri içinde barındıran bir süreç”
Karbonsuzlaşma konusunda yapılan/yapılması gereken yatırımlar çelik sektörüne nasıl yansıyor? Bu konudaki düşünceleriniz neler?
Karbonsuzlaşma bildiğiniz üzere fırsatları ve tehditleri içinde barındıran bir süreç. Asıl amacı gelecek nesillere daha temiz bir dünya bırakmak ve sürdürülebilir olmak olsa da, bir yandan da AB’nin kendisine yapılacak ithalatı önlemek için bir başka girişimi olarak da nitelendirilebilmektedir.
Bilindiği üzere SKDM, AB’nin Avrupa Yeşil mutabakatı ile koyduğu sera gazı emisyon azaltım hedefine ulaşması açısından temel araçlardan biridir. AB bu mekanizma ile bir taraftan yeşil dönüşümün yaratacağı maliyet karşısında Avrupa’nın rekabetçiliğinin korunmasını, diğer taraftan da küresel düzeyde iklim değişikliği ile mücadele çabasının arttırılmasını hedeflemektedir.
SKDM ile AB içinde uygulanan Emisyon Ticaret Sistemine (ETS) eşdeğer bir karbon fiyatlandırmasının, SKDM kapsamına giren ürünlerin ithalatı aşamasında da uygulanması öngörülmektedir.
Bu amaca yönelik çalışmalar ülkemizde de AB’nin kendi üreticilerine verdiği miktarda destekler olmasa da sanayicilerimiz tarafından da özveri ile sürdürülmektedir.
Ancak yıl sonuna kadar açıklanacağı bildirilen iklim kanunumuz henüz deklere edilemedi ve hala ulusal ETS sistemimiz uygulamaya konulamadı.
Sektör olarak başta ilgili Bakanlığımız olmak üzere TUBİTAK’ın, Birliklerin ve Derneklerin verdiği destekle bu sürece hazırlanmaya çalışıyoruz.
Eğitim, bilgilendirme, bilinçlendirme çabaları yoğun bir şekilde devam ediyor. Sektörde faaliyet gösteren işletmelerin bir kısmı önemli mesafeler kaydederken, bazılarının daha alacakları çok yolu olduğunu gözlemliyoruz.
Geçiş süreci 2026 yılında son bulacak. Bu süreçte tüm firmaların yeni düzenlemeye ayak uyduracaklarını umuyoruz.
Biliyorsunuz 2026 yılına kadar olan geçiş döneminde AB’ye ihracat yapan firmaların üçer aylık periyotlarla raporlama yapma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu süreçte doğrulama istenilmeyen bu raporlamayı yapmayan firmalar AB Üyesi Ülkelere ihracatlarında zorluklar yaşayacaklardır.
“Türk çelik üreticileri karbon salınımlarını azaltmazsa yüksek vergiler nedeniyle AB ile rekabet edemeyecek”
Bu yüzden üreticilerimiz karbon salınımlarını en aza indirecek şekilde üretim süreçlerini gözden geçiriyor, gerekli iyileştirmeleri yapıyor, enerji verimliliği yüksek teknolojilere yöneliyor, çevre dostu bir üretim yapısına sahip olmaya çalışıyorlar. Biliyorlar ki bu dönüşümleri yapmadıkları takdirde yüksek çıkacak olan emisyon değerleri yüzünden en büyük ticari partneri olan AB’ye ihracatta yüksek vergiler nedeni ile zorluklar yaşayacak ve rekabet avantajlarını kaybedeceklerdir.
Dolayısıyla sınırda karbon vergisi; firmaları düşük karbonlu ekonomiye geçişe zorlayacak yani enerji verimliliği yüksek teknolojilere geçiş, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim, fosil yakıtlardan uzaklaşma ve en nihayetinde de çevre dostu üretim felsefesine ulaşmayı sağlayacaktır. Ayrıca yine bu süreçte enerji profilimizi değiştirmemiz ve kapsam 2 ve kapsam 3’teki sorunları ortadan kaldıracak çözümleri de bulmamız gerekmektedir.
Bu arada tabii ki çıkan karbonun yakalanması, depolanması ve kullanılabilmesi halledilmesi gereken en önemli bir başka sorun.
Dünyada halihazırda 400 milyon ton kapasite fazlası olduğu belirtiliyor. 2050’de 2 milyar ton toplam çelik üretimi olacağı tahmin ediliyor. Emisyonun % 7 çelik kaynaklı olduğu düşünüldüğünde çözülmesi gereken sorunun ne denli büyük olduğunu öngörebiliyor.
“Üretim maliyeti ne olur ise olsun fiyatı belirleyen her zaman talep olmuştur"
2025 yılında hurda, cevher ve çelik fiyatları nasıl bir yol izleyecek? 2025 için öngörüleriniz nelerdir?
2025’te hurda, cevher ve çelik fiyatlarının nasıl bir yol izleyeceğini öngörmek çok zor takdir edersiniz ki…
Cevher ile ilgili piyasa araştırmacısı kuruluşların yaptığı açıklamalara göre;
Cevherin 2024’te 110 USD/2025 de 90 USD/2026 da 85 USD olabileceği ön görülüyor.
Hurda için ise tüm dünyada EAF üretimine dönüştürülmeye çalışılan mevcut kapasiteler ve yeni EAF yatırımları dikkate alındığında artan hurda talebinin uygun maliyetlerle ve ihtiyaç duyulan miktarda rahatlıkla karşılanamayacağını tahmin etmek zor olmasa gerek.
Zaten pek çok ülkenin hurda ihracatlarını kısıtlayıcı tedbirler almaları bunun en somut göstergesi olarak karşımıza çıkmaya başladı.
Bir başka deyişle, hurda adeta millileşiyor ve ham madde temininde bağımsız olmayan ülkelerin işleri giderek zorlaşıyor.
Ülkemizde EAF odaklı üretimin çoğunlukta olması karbon salınımı açısından avantaj olarak görülse de, artan hurda talebi nedeniyle tedarikte yaşanacak sıkıntılar geleceğe yönelik önemli bir risk teşkil etektedir.
Keza çelik fiyatlarına gelecek olur isek, yaşananlar göstermiştir ki, üretim maliyetiniz ne olur ise olsun fiyatı belirleyen her zaman talep olmuştur.
Dolayısı ile 2025’in bize neler getireceği yaşanacak gelişmelere bağlı olarak boy gösterecektir. Bu süreçte en belirleyici etken 20 Ocak 2025’te görevi devir alacak TRUMP’ın tutumu olacaktır.
TRUMP’ın sergileyeceği tavır tüm dünyayı, Suriye’nin yeniden yapılanması ise özellikle bulunduğumuz bölgeyi etkileyecektir.
“2025’in sloganı ‘BEKLENMEYENİ BEKLEYİN’ olmuştur”
Önceleri sınırların kalktığı ancak sonrasında yerelleşmeye dönülen, ticaret savaşlarının yoğunlaştığı ve siyasi ilişkilerin ticareti önemli ölçüde etkilediği bir dünyada tekrar “KENDİ KENDİMİZE YETER OLMAK” gündeme gelmiş durumdadır.
2025 yılı için zorlu senaryolar yazılırken belki bir o kadar da güzel senaryolarla karşı karşıya kalınabilir.
2025’te neler olabileceğine kısaca değinecek olur isek;
TRUMP, doların değerini düşürecek girişimlerde bulunan ülkelere % 100 vergi koyarak onları cezalandırabilir.
Kanada ve Meksika’ya koyacağı ek vergi Türkiye için fırsat olabilir mi derken,
ABD’ye satamayan ülkeler diğer ülkelere ve Türkiye’ye yönlenebilir. Türkiye zarar görebilir.
ABD yanına çekeceği ülkelerle OECD çatısı altında yeni işbirlikleri yapabilir. Çin ve Rusya’yı zayıflatmak adına.
Özellikle alt yapı ve inşaat ürünleri başta olmak üzere pek çok ürüne uluslararası standartlar getirilebilir. Türkiye için fırsatlar doğabilir.
TRUMP’ın fosil yakıtlarla ilgili tutumu etkili olabilir.
ABD’nin yüksek vergiler getirmesi halinde dünyadaki toplam ticaretin % 40’ı yüksek vergiler altında kalabilir.
Bu durumda diğer ülkeler için bir Çin fırtınası ile karşı karşıya kalma riski doğabilir.
TRUMP, Çin’i kısıtlayacak, üretim maliyetlerini arttıracak kısıntılar getirebilir, Çin’i kendisinden daha çok mal almaya zorlayabilir.
Suriye için siyasi uzlaşmanın nasıl olacağı görüldükten ve finansman destekleri sağlandıktan sonra yeniden yapılanması ile ilgili çalışmalar başlayabilir. Bunun da 2026’ın ikinci yarısından itibaren olabileceği öngörülmektedir.
Suriye’nin yeniden ayağa kaldırma çalışmalarında OECD çatısı altındaki Atlantik İttifakını temsil eden ülkelerle sıkı temaslar olabilir ve dünyaca meşhur inşaat firmaları Türk Firmalarını satın alma girişimlerinde bulunabilir. Bu konuda çok dikkatli olmamız gerekebilir.
Suriye denkleminde Rusya ve İran’ın varlığı asla göz ardı edilmemelidir.
Ayrıca AB’nin devreye girecek olan ve Türkiye üzerinden AB ye enerji çeşitliliği sağlayacak projelerini yakinen takip ederek, AB’nin Rusya ve İran’la yoğunlaşacak olan lojistik ilişkilerinde Türkiye’ye olan ihtiyacı vurgulanarak, AB’ye Türkiye ile ilişkilerini, işbirliğini güçlendirmesi gerektiği hatırlatılabilir.
AB ayrıca 2025’te bir de Fransa ve İtalya’da yaşanan siyasi krizlerin çözümü ile de uğraşmaya devam edebilir.
Sahada oynanan pek çok oyun olduğu gerçeğinden hareketle, Çin in AB’ye daha kolay ve daha kısa zamanda ihracat yapmasını sağlayacak yeni yolların devreye alınması hususu da ayrıca çok iyi değerlendirmelidir.
Ülkemize gelecek olur isek;
Ekonomistler tarafından 2025 ilk yarısında kur artışının zayıf olacağı, ikinci yarıda ise % 23/24’lük artışlar yaşanabileceği,
Cari açık sorununun devam edeceği,
Merkez Bankası faiz indirimine başlasa bile, sıkı para politikasının bir süre daha devam edeceği,
2025’te paradan para kazananların daha çok gayrı menkul alımına yönelebileceği,
Özellikle 2025 ilk yarısında tatiller nedeni ile çalışma sürelerinin kısalacağı, real sektörün iç ve dış satışlarında daralmalar yaşanabileceği,
Finansman maliyetleri nedeni ile de karlılıkları düşeceği öngörülmektedir.
Kısacası 2025’in ilk çeyreğinin oldukça zorlu geçeceği, 2.çeyrekte önümüzü daha iyi görebileceğimiz ve yılın ikinci yarısının çok daha iyi olacağı tahminleri dillendirilmektedir.
“Çelik sektörünün en büyük problemi uygulanan korunma önlemleri ile daralan pazarlar”
Son olarak çelik sektörüne dair görüşleriniz ve eklemek istedikleriniz varsa belirtiniz.
Biliyorsunuz çelik sektörünün en büyük problemi uygulanan korunma önlemleri ile daralan pazarlar… Pek çok ülke yerli üreticilerini korumak adına bu önlemlere baş vuruyor. Tabii ki Türkiye’de aynı gerekçelerle başta Çin olmak üzere diğer ülkelerin açık pazarı haline gelmek istemiyor ve önlemler almaya çalışıyor. Ancak ülkemizin demir çelik üretiminde ihtiyaç duyulan hammaddelerde dışa bağımlılığı ve yukarıda da bahis ettiğim nedenlerle artan üretim maliyetleri, kıyasıya rekabetin yaşandığı iç ve dış pazarlarda üreticilerimizi varlıklarını korumak için alternatifler aramaya yönlendiriyor. Yerli sıcak sac üreticilerimiz üretim maliyetlerini düşürebilmek ve daha rekabetçi fiyatlar verebilmek için çeliği kendileri üretmek yerine yarı mamül ithal etmeyi tercih ediyorlar. Özellikle son çeyrekte artan slab ve kütük ithalat tonajları malumunuz. Bu nedenle de % 62’lere düşen bir kapasite kullanımından söz ediliyor.
Keza aynı gerekçelerle soğuk haddeleme ve kaplamalı sac üreticilerimizin öncelikli tercihleri olmamasına rağmen yapmak zorunda kaldıkları yası sıcak sac ithalatları gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Ve yine beyaz eşya ve otomotiv üreticilerimiz de aynı sebeplerle, ihtiyaç duydukları sacların önemli bir kısmını ithal etmeyi sürdürüyor. Oysa özellikle bu sektörlere hitap edebilecek ve bekledikleri kalitede katma değeri yüksek özel sacları üretebilecek kabiliyette, büyük yatırım maliyeti olan hatları işletmeye alarak ithal ürünü ikame etmeyi amaçlayan üreticiler de ne yazık ki bu amaçlarına ulaşamıyorlar. Biliyoruz ki ithalatın nedenlerini sorguladığımızda karşımıza çıkan ilk neden özellikle uluslararası pazarlardaki rekabet gücümüzü arttırmak olduğu gerçeği… Bu tüm sektörler için ileri sürülebilecek bir gerekçe…
“İhraç pazarlarımızı Çin ve Hintli üreticilere kaptırmaya başladık”
Son dönemlerde hedef ihracat pazarlarımızı, lojistik ve kalite avantajımız olmasına rağmen rekabetçi fiyatlar verememek yüzünden bir bir Çin’li ve Hint’li üreticilere kaptırmaya başladık. Yani giderek sadece iç pazara sıkışıp, içerdeki yıpratıcı rekabetle mücadele etmek durumunda kalarak, o son derece modern hatları düşük katma değerli, harcıalem ürünlerin üretimi için kullanmaya mecbur bırakıldık. Tabii ki bu sürdürülebilir bir durum değildir. Bu noktada değinmeden geçemeyeceğim bir başka husus daha var; Başlanmış ve yeni yeni işletmeye alınmış soğuk haddeleme ve kaplamı sac üretim tesislerimiz var. Dolayısıyla artan ve ihracat olmaz ise iç pazarda tüketilmesi zor olan bir kapasite var. Ancak unutulmasın ki bu yeni yatırımların gerçekleştirilmesi kararı alındığında mutlaka bir fark, bir katma değer yaratılmasına ve ithal ürünün ikame edilmesine dikkat edilmiştir. (Daha ince, daha kalın, daha dar, daha geniş, daha özel kaliteler gibi) Tabii ki yatırım kararları alınması aşamasında denetleyen, ihtiyacı sorgulayan, planlayan, yönlendiren bir mekanizma mutlaka olmalıdır.
İçerikler SteelTürk Dergisi tarafından özel olarak hazırlanmış olup, içerikler alıntılanamaz, değiştirilerek dahi kullanılamaz.